17 Mayıs 2018 Perşembe

Gururlu ve Kahraman Gelibolu


Boğaz ipekli bir kumaş gibi titreşiyor. İki yaka arasında kanat çırpan martılar destanların kentinin üzerinde pervasızca süzülüyor. Unutulmuş zamanların unutulmayan savaşı Troya ve 1. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren zaferin mağrur şehri Çanakkale’yi keşfetmeye Gelibolu’yla devam ediyorum…



O bildik Hollywood filminin baş aktörü olan Troya atının dibinden gecenin sabaha uzanışını izliyorum. Çanakkale Kordon, henüz batmayan ay ışığının altında bir şiirin en çarpıcı dizesi gibi fısıldıyor.  Abartısız, sakin, dalgın bir güzellik var bu şehirde. Denizin esansı güçlü bir rüzgarla saçlarıma dokunurken, az ötede yolcularına seslenen feribotun gümbürtüsünü duyuyorum. Elimde valizim gün doğmadan sahile açılan Büyük Truva Otel’ine yerleşiyorum. Yol yorgunu halim, birkaç saat uykuyu hak ediyor. Boğaz’a karşı uyanıp, otelin manzarasında kahvaltı ediyorum. Feribot iskelesine doğru hızla yürümek gibi niyetlerim olsa da gün ışığında kordonun canlılığı fotoğraf çekmek için aklımı çeliyor.   
Fotoğraf faslına feribotta devam ederken neredeyse herkesin birbirini tanıdığını fark ediyorum. Sıcak, samimi bir ortamda feribot yol alırken, “Karşıya geçme” fiilinin İstanbul dışında bu denli gerçekçi olması hoşuma gidiyor. Tabiatın uyanışına işaret eden renklerle donanmış Gelibolu yarımadası olanca zarafetiyle beni kucaklıyor. Gelibolu, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın kurulmasıyla her geçen gün daha da büyüyen bir açık hava müzesi haline gelmiş.  Denize serili bu yeşil yarımadanın her köşesi Çanakkale Muharebeleri’nin izlerini taşıyor. Mücadelenin zafere dönüştüğü Gelibolu’yu layıkıyla tanımak için en azından iki günlük bir zamana ihtiyaç var. Böylece  tarihi alanı keşfetmek üzere, adı Çanakkale Savaşları’yla özdeşleşen  Seyit Onbaşı’yla birlikte anılan Rumeli Mecidiye Tabyası ve Şehitliği’ne varıyorum.  Burada, 18 Mart 1915’te Boğaz’ı geçip İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen müttefik donanmasına cesaretle mücadele eden Seyit Onbaşı ve bütün Mehmetçiklerimizin anısına yapılmış bir anıt yer alıyor.  Askerliğe “Ağır Topçu Neferi” olarak başlayan Seyit Onbaşı, topun mermi kaldıran vinci bozulunca,215 kiloluk top mermisini sırtına alarak namluya sürmüş, ateşlediği top sayesinde İngiliz zırhlısını batırmayı başarmasıyla da efsaneleşmiş bir savaş kahramanı. Böyle bir yiğitlik timsali yaşanan Rumeli Mecidiye Tabyası Gelibolu’nun ziyaretçi  akınına uğrayan bölgelerinden biri.  Kahraman Rumeli Mecdiye Tabyası’nın ardından askerlere sağlık hizmetlerinin verildiği Soğanlıdere Vadi’si,  Alçıtepe Şehitliği,  Çanakkale Cephesi’nin ilk şehitlerinin yattığı Seddülbahir Kalesi, Eskihisarlık Burnu’nda yükselen Şehitler Abidesi izlediğim rotayı oluşturuyor. Çanakkale Savaşları’nın sarsıcılığı her adımda yüreğime dokunuyor. Gelibolu tarihi yaşayan ve yaşatan bir coğrafya.  Bölgede yaşananları daha yakından izlemek içinse Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ne uğramak gerek.  Burada önce savaş sırasında kullanılan her çeşit eşyanın sergilendiği bir müzeyi inceleyip, ardından muharebenin etkileyici anlarının ileri simülasyon yöntemleriyle canlandırıldığı alana geçmek mümkün.
Gelibolu’da doğa geçmişi örten bir dantel gibi. Toprağın bereketi savaşın izlerini huşu içinde kamufle ediyor. Arıburnu Sahili’nde bulunan Anzak Koyu’nda verdiğim kısa molada aklımdan bunlar geçiyor.






 Yönümü Eceabat’ın kuzeyinde bulunan Bigalı Köyü’ne çeviriyorum.  Bigalı Köyü,  Nisan 1915’te Atatürk’ü misafir etmiş ve 19. Tümen’e karargah olmuş. Günümüzde Atatürk’ü konuk eden ev müze olarak ziyarete açık.  Kendine özgü dokusunda Bigalı meydanından başlayarak içinizi ısıtıyor. Çınar gölgesine kurulu kahvesi, bayraklarla ve Atatürk’ün sözleriyle donatılmış taş evleriyle Bigalı çabucak kalbe dokunuveriyor.



Gelibolu’da yeni günün ilk durağı mücadelesiyle destan yazan Conkbayırı. Conkbayırı’na ilerleyen yolda 57. Piyade Alayı Şehitliği karşıma çıkıyor. Yarbay Mutafa Kemal’in komutasında çarpışan 57. Piyade Alayı, çıkarmanın ilk gününde Arıburnu’na doğru harekete geçen  Anzak askerlerini geri püskürten Türk kuvvetlerinden biri. Gelibolu’da her adım insanı  cesaretin, kahramanlığın anlatısına götürüyor. Yoluma devam edip savaşa yeni bir yön veren Conkbayırı’na varıyorum.  Gelibolu yarımadası bu noktada, tümüyle görünüyor.  Anafartalar Grup Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in heykeliyle ufka dalıyorum. İçimi bir minnet ve şükran duygusu kaplıyor.



Conkabayırı’nın yarattığı tarifsiz duygu durumunun ardından aracın camından muazzam manzaralar, taş evlerin salındığı köyler, çobanlar, sürüler gelip geçiyor. Küçük Anafartalar Köyü’nün ardından Büyük Kemikli Burnu’nda soluklanıyorum. Kayaların denizle buluşması sürrealist bir etki yaratıyor. Kayalar öyle fantastik formlarda ki doğanın heykeltıraşlığına hayran olmamak imkansız.


 Denize bu kadar yaklaşmışken, yeni rotamı yine deniz belirliyor. Eceabat’ın şirin sahil köyü Kilitbahir’e eriştiğimde Boğaz’ın en dar yerine kurulan yonca planlı kaleyi ziyaret ediyorum. Yapılışı 15. Yüzyıla kadar uzanan Kilitbahir Kalesi, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı’nın çalışmalarıyla yaşayan bir tarih müzesine dönüştürülmüş. 
Kalenin yanı başında ancak filmlerde görülebilen bir kır kahvesinde oturup “Denizin Kilidi” anlamına gelen Kilitbahir’e, 1. Dünya Savaşı’na kafa tutan Çanakkale’ye, Boğaz’a, martılara tekrar tekrar  bakıyorum.  Masmavi deniz arada bir geçen gemilerle yırtılıyor. Gururlu ve yalın, Çanakkale sen ne güzelsin…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder