29 Mayıs 2017 Pazartesi

Sadeliğin zarafeti: Marmara Adası

Marmara Denizi’nde şahsına münhasır bir ada. Billur gibi bir deniz, katışıksız bir huzur. Bir tarafta üzüm bağları, diğer tarafta dünyaya nam salmış mermer yatakları. Kendi iklimini, kendi saatini, kendi tadında yaşayan masmavi bir liman: Marmara Adası.





Sımsıcak bir İstanbul gününde denizle gökyüzü arasında sınırlanmış bir adaya doğru yola çıkıyorum. Yenikapı'dan başlayan yolculuk, iki buçuk saatin sonunda çınarlı bir limanın ucunda son buluyor. Büyük şehre olan yakınlığı göz önüne alındığında kurtarılmış bir bölge Marmara Adası. Adanın kendine özgü şahsiyeti kısa sürede beni etkiliyor. Balıkçısından zabıtasına, memurundan, dondurmacısına adada rastladığım herkes beni adanın ruhuna bir adım daha yaklaştırıyor. “Dünyada masumiyetini sonsuza kadar yaşatabilecek bir yer varsa, o yer kesinlikle burası olmalı” diye aklımın bir köşesine not düşüyorum.
Adayı keşfe çıkmadan önce iskeleden kısa bir yürüyüşle adanın keyifli konaklama durağı olan Şato Motel’e ulaşıyorum. Kısacık bir zaman içinde, Şato Motel’in hasır şemsiyeli romantik bir kumsala ve ipek gibi bir denize açılan odalarından biri benim oluyor.  Güneşli ve aydınlık manzarayı odamda bırakarak daracık sokaklara, püfür püfür ada havasına bırakıyorum kendimi. Sahili adımlayarak başlıyorum Türkiye’nin en büyük ikinci adasını gezmeye.  Hava sıcak ama insanı yormayacak bir yumuşaklıkta. 
Yazın ortasında bu harika iklimi sağlayan en önemli etken adanın kuzey kesiminde yer alan saflık oranı yüksek mermer rezervi ve tabi ki adayı saran kızılçam ormanı.





Adanın tarihi evlerinden biri yeniden restore edilmiş ve böyle bir restorana dönüşmüş. 
Ada Cafe

Bizans mimarisinin vazgeçilmezi: Prokonnesos mermeri

Marmara Adası göründüğünden çok daha fazlasını barındırıyor içinde. Antik çağlara kadar uzanıyor adanın hikayesi. Tarih sahnesinde Marmara Adası’nda ilk ikamet edenlerin Miletoslular olduğu düşünülüyor. Denizci ve sanatla iç içe bir kültürün içinden gelen Miletoslular için ada kısa sürede değerli bir ticaret kolonisi haline geliyor. Prokonnesos adıyla anılan adadan çıkarılan birinci sınıf mermer bütün Ege, Anadolu ve Akdeniz’de popüler oluyor.  Prokonnesos mermerinin ihracatıyla zengin bir ticaret kolonisi haline gelen ada defalarca yağmaya uğruyor. Roma çağında ada İsa’nın öğretisini benimseyen ilk Hıristiyanlar’ın sürgüne gönderildiği bir yer haline geliyor. Bizans İmparatorluğu’nda Hıristiyanlığın zaferiyle birlikte bu sefer keşişlerin inzivaya çekildiği bir adaya dönüşüyor.  Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetiyle birlikte bu naif adaya Türkler de yerleştiriliyor. Böylece 15. yüzyıldan itibaren ada Türklerle Rumlar’ın ahenkle yaşadığı çok kültürlü bir yapıya bürünüyor.  Mübadeleyle birlikte Rumlar adadan ayrılıncaya kadar iki halk iç içe yaşıyor.
Adanın binlerce yıllık geçmişini düşünerek yavaş yavaş ilerliyorum. Sahil boyunca çınarların güneşe siper olduğu, serin çay bahçeleri dikkatimden kaçmıyor. Merkezde yan yana dizili pastanelerden yükselen kokular içime doluyor. Zira burada ponçikler, kurabiyeler, börekler dükkan dışına yerleştirilen tezgahlarda sunuluyor.  Buram buram sıcak poğaça kokusu atmosferi kaplarken ada geleneğine uygun olarak bende Can Pastanesi’nin camekanından taptaze poğaçalarımı alıp, tarihi çınarların gölgesinde serinleyen çay bahçelerinden birine kuruluyorum.   Bir bardak çay eşliğinde Marmara Denizi’ni ve  telaşsız kanat çırpışlarıyla deniz kuşlarını seyrediyorum.  Adanın kendi halindeki kalabalığına karışmaya karar vermem çok uzun sürmüyor.  Marmara Adası’nın yerli halkı mermer dışında, zeytincilik, bağcılık, şarapçılık ve balıkçılıkla uğraşıyor. Dolayısıyla çarşıdaki tezgahları buğulanmış üzümler, altın sarısı zeytinyağları, salamura yapraklar , zeytinyağlı ev yapımı sabunlar süslüyor. Marmara Adası Akdeniz ikliminin ılımanlığı ve Karadeniz’de görülen yağış yapısının egemen olması nedeniyle çok bereketli topraklara sahip. Adanın bitkileri, otları, çayları her derde deva desem abartmamış olurum.  Kuş mısırı, kantaron, ebegümeci, adaçayı, kuşburnu ve karabaş otu gibi bitkiler adanın rengarenk tezgahlarında bulacaklarınızdan sadece birkaçı. Üstelik bu bitkileri ve çayları alırken tezgahın sahibi olan adalılardan lezzetli hazırlama tarifleri de alabilmek mümkün.  Adanın tezgahları da adanın kendisi gibi sakin ve çarpıcı. Kurutulmuş boy boy deniz yıldızı, deniz kabukları ve hatta deniz atları bile var bu tezgahlarda. Uğur getirdiğine inanılan aşk ve rüya çiçeği ise bir romandan fırlamışçasına ilgi uyandırıyor ada gezginleri üzerinde. En azından, bende kesinlikle düşsel bir Nazlı Eray romanı çağşım yapıyor. Sanki bu çiçek sadece Nazlı Hanım’a yakışır ve yalnızca onun satırlarında hayat bulabilir gibi fikirlere kapılıyorum...




Mermer Ocağı, Saraylar Beldesi ve tozu dumana, beni de peşlerine takan keçiler...








Kuş mısırı ya da kudret narı adıyla satılan bitki.
Köylülere sorarsanız, ne dertlere deva, anlatamam...


Zeytinyağı sabunları, ev yapımı. 




Deniz atlarını, aşk ve rüya çiçeklerini geride bırakıp ara sokaklara, dik yokuşlara yöneliyorum.  Dar sokaklardan, genelde  sonuna kadar kapıları açık evlerin önünden geçiyorum. Kapısı açık evler, sessiz sokaklar bana adanın tasasız bir hayat sürmek için ideal bir yer olduğu izlenimini veriyor. Az sayıda da olsa klasik Rum evlerine rastlıyorum. Adanın hatıra defterinden küçük bir bölümü okumak gibi bu Rum evleri.



Çınarlı Köyü...

Güneş hala karanlığa teslim olmamışken adanın en güzel köylerinden birine doğru yol alıyorum.  Adanın dolmuş durağı iskeleye oldukça yakın. Dolmuşta adalılarla koyu bir sohbete koyularak yüzlerce yıllık çınarlarla beni karşılayan Çınarlı Köyü’ne varıyorum. Adını tarihi çınarlarından alan köy eski bir Rum yerleşimi.  Adanın dört köyünden biri olan Çınarlı upuzun kumsalı, az tuzlu denizi, el değmemiş tabiatıyla son yıllarda gezginlerin seyahat listelerinde üst sıralara yerleşmeyi başarmış bir yer. Çınarlı Köyü’nde yalnızca  deniziyle değil aynı zamanda doğa sporlarına olan elverişli yapısıyla da seyahat severlerin gözdesi. Dağ bisikleti, doğa yürüyüşü, dalış, yelken ve olta balıkçılığı gibi aktiviteler Çınarlı’nın misafirlerine sunduğu alternatiflerden bazıları. Çınarlı Köyü’nün mütevazı sokaklarında yaptığım yürüyüşün ardından, güneşin bütün görkemiyle battığı sahile yöneliyorum.  Son kızıl hareler ufukta kaybolduğunda adanın merkezine geri dönüyorum.

Çınarlı Köyü





Adanın akşamı

Yıldızların gök yüzünü kuşattığı bir ada gecesindeyim, ayaklarım beni sorgusuz sualsiz adanın en keyifli restoranı Oflinin Yeri’ne götürüyor. Yanı başımda deniz, masamda adanın en güzel mezeleriyle tam manasıyla adanın tadına varıyorum. Oflinin Yeri, adanın Aşıklar Köprüsü adıyla anılan şirin köprüsüne hakim bir konumda. Mekanın sahibi Mehmet Usta’nın kendi elleriyle açtığı midyelerin ünü çoktan adayı aşş durumda. Ben de soframı Mehmet Usta’nın maharetli ellerinden çıkan midye dolması ve tavasıyla, ayrıca fava, tarak, karnıkara börülce ve Marmara Adası’na özgü bir yemek olan peynirli patlıcanla süslüyorum.  Mehmet Usta’nın midyeleri şöhretinin hakkını fazlasıyla veriyor doğrusu. Mezelerin ve Mihaliç peyniriyle yapılan patlıcan da ayrı ayrı enfes lezzetler olarak damağımda yer ediyor. Günün yorgunluğunu unutturan böylesi bir yemeğin ardından yeni güne hazırlanmak üzere Şato Motel’e uzanıyorum.


Mermerin hayat verdiği ada

Yeni günde her kıvrımında ayrı bir manzara saklı olan yollardan geçerek adayı daha yakından tanımanın peşine düşüyorum.  Doğanın güzellikleri içinde yol alırken adanın keçileri, koyunları önüme çıkıyor. Onları fotoğraflamak için sık sık mola veriyorum.  Küçücük yolculuğum uzayıp gidiyor bu sayede. Topağ köyüne geldiğimde köy kahvesinde adanın bağlarından bardağıma dolan koruk suyu içiyorum. Köylülerin şen kahkahalarını geride bırakarak balıkçılara, tarihin bir parçası olan evlere, denize iniyorum. Yol üzerinde Asmalı Köyü de uğramadan geçemediğim bir rota oluyor. Koyları, kumsalları, balıkçılarıyla Asmalı gönlümde yer ediyor.  Adanın mermer yataklarının bulunduğu Saraylar Beldesi’ne yaklaşırken yol kenarında bütün zarafetiyle yükselen Agios Nikolas Kilisesi’ni ziyaret ediyorum. Adanın geçmişinden izler taşıyan bir yer Saraylar;iki bin yıldan fazla bir süredir Anadolu ve Akdeniz’in mermer ihtiyacı buradan karşılanıyor. Bu nedenle her köşesinden bir sütun başğı, heykel, alınlık, lahit, kısaca bir müzede görmeye alışık olduğumuz objelere rastlamak olası. Bu doğrultuda  Saraylar’da bir açık hava müzesi kurulmuş. Günümüzde gezginler adanın mermerini hem işlenmemiş olarak, hem de çağlar öncesinden bugüne ustalıkla biçimlendirilmiş heykeller olarak görme şansına sahipler. Saraylar’da dolaşmak tarihin tozlu sayfalarında dolaşmak gibi. Türkiye’nin ilk mermer fabrikası da Saraylar’da yer alıyor. Adaya adını veren mermer Saraylar’da yaşamın bir parçası. Marmara Adalar Belediyesi’nin çalışmalarıyla Saraylar’da düzenlenen heykel çalıştayları sayesinde beldenin kendisi de başlı başına bir açık hava müzesi haline gelmiş. Bir tarafta klasik çağdan heykeller arzı endam ederken, Saraylar sahilinde de çağdaş çizgileri yansıtan örneklerle buluşuyorsunuz.
Adayı baştan başa dolaşğınızda rüya gibi kumsallara kapılmamak olanaksız. İşte Saraylar Beldesi’de tarifsiz güzellikte koylara ve kumsalları saklıyor koynunda. Abroz ve Palatia bölgenin tarih ve doğayla kesiştiği noktada ziyaretçilerini ağırlamak üzere bekliyor.




Topçam Köyü



Agios Nikolas Kilisesi/ Saraylar 

Kilise mütemadiyen açık. 
Bekçisi falan yok. Dilediğiniz anda ziyaret edebilirsiniz.
Saraylar Beldesi'nin girişinde yol kenarında, alt kotta  görülüyor hemen. 
Fakat fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi  restorasyona ve korunmaya ihtiyacı var. 


Abroz Plajı


Marmara mermeri %95 saflık oranıyla her dönem gözde bir ihraç ürünü oldu. Erken dönemlerden itibaren bütün Anadolu’ya ve Akdeniz’e gemi yoluyla taşındı. Günümüzde İtalya’dan Sicilya’ya Antalya’dan İstanbul’a sanat tarihinin anıtsal yapılarında ve heykellerde gördüğümüz mermerler Prokennesos’tan yani Marmara’dan getirilmiştir.  Berlin’de bulunan Bergama Zeus Sunağı ve Ayasofya’nın mermer sütun başlıkları Marmara mermerinin kullanıldığı özel yapılardan yalnızca ikisi.




Türkiye'nin ilk mermer fabrikası bu manzaranın içinde yer alıyor. Tabi fotoğrafta 
ağaçlar onu saklamış ama olsun.

Veda Busesi
Marmara Adası, İDO'nun dergisi Sealife için yaptığım seyahatlerden biriydi. Marmara Adası'ndan Avşa Adası'na uzanan, keyifli bir yaz yolculuğunun sayfalarla buluşmasının şimdilik Marmara bölümününü aktardım. Sezon top yekun açılmadan  Avşa'yı da blog'lamış olmayı ümit ediyorum. 
Yeni yazılarda buluşmak üzere...

4 yorum:

  1. Şimdi orada olmak vardı dedim içimden. Yılın yorgunluğunun üzerine iyi gelir. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. ah benim için ne faydalı oldu bu yazı. bizde temmuzda gitmeyi düşünüyoruz ve nerede kalacağız diye düşünüyordum. bookingte kapandı, motellere
    bakamıyoruz. sizin kaldığınız otelden memnun kaldıysanız, şehir içine de yakınsa numarasını yazar mısınız. avşa adasını da merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
  3. Üslubunuza bayıldım. İnanın sizinle birlikte aynı heyecanı hissettirerek gezdiriyorsunuz bizi. Tebrikler...

    YanıtlaSil
  4. Avşa ya daha önce 2 kere gittim güzel bir ada
    Marmara adası ni çok guzel anlatmışsınız fotoğraflar harika

    YanıtlaSil