25 Şubat 2016 Perşembe

Haliç Kıyısında Nostaljik Bir Yolculuk: Balat

Bu sefer İstanbul'dayız. Doğduğum, büyüdüğüm, dünyanın bir ucuna da gitsem güle oynaya döndüğüm, beni ben yapan şehirdeyiz. Adına onca güzelleme yapılan bu şehri ne kadar anlatsam az, ne söylesem eksik. Binlerce yıllık bu güzellikte kapılmaya gönülden razı sayısız faniden biriyim ve işim de İstanbul'un en eski semtlerinden birini adım adım keşfetmek. Cihangir'den kısacık bir yolculukla Haliç kıyısına konduruyorum kendimi. Mevsim kış fakat hava "ısıtırım da üşütürüm de ben İstanbul havasıyım" modunda. Bir vakitler Gürcüler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Türkler'in iç içe yaşadığı; şimdilerde anıları yaşatan görüntüsüyle gezgin ruhların kadrajına dolup taşan Balat'tayım.


 İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi
Ayios Yeorgios Patriklik Kilisesi  

Balat son yıllarda turistlerin ve fotoğraf meraklılarının gözdesi haline gelmiş bir bölge. Balat’ın nostaljik dokulu sokaklarında dolaşırken elinde son teknoloji fotoğraf makineleriyle etrafı kaydeden yerli yabancı birçok gezgine rastlamanız garanti. Hatta mevsim müsaitse bir moda çekimine ya da dizi setine de denk gelme ihtimaliniz çok yüksek. İşte bundandır ki bir Balat gezisinin olmazsa olmazı mutlaka fotoğraf makinesi.

 
Patrikhane'nin kedisi


Her evin, her pencerenin, her kapı tokmağının çok fotojenik olduğu bu sokaklara kapılmadan önce Haliç kıyısında yükselen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’ne bir bakış bakmalı, imkan varsa içine girmeli. Öğrencilik yıllarımda bu kilisecik ile ilgili bir çalışma yapmıştım. İçini değişik zamanlarda karış karış gezme şansım olmuştu. Belki biraz da bu sebepten İstanbul'un bütün kiliselerinden bir başka severim burayı. 
Bulgar Kilisesi uzunca bir süredir restorasyonda ne yazık ki... Bırakın içine girmeyi dışı bile komple sökülmüş vaziyette...
 Haliç silüetinde zarif bembeyaz gövdesi ve altın rengi soğan kubbeleriyle parıldayan kiliseyi ilginç kılan özelliğiyse tümüyle demir malzeme kullanılarak inşa edilmesi. Bu nedenle yapı  yaygın olarak “Demir Kilise” adıyla anılıyor. Dünyada tümüyle demirden inşa edilen sayılı örneklerden biri olan Demir Kilise şimdilerde güzel İstanbul'umuzda zamana direnmeye çabalıyor.

Restorasyondan önce çektiğim fotoğraflardan...
Demir Kilise'nin mimarı Ermeni kökenli mimar Hovsep Aznavur. 
Kilisenin parçaları Viyana'da üretilmiş ve Haliç kıyısında kaynak ve perçinle birleştirilmiştir.

 
Arşivimden Demir Kilise'nin iç mekanından bir kare...
Tam karşıda merkezinde Kutsal Ruh'u (Ruhü'l Kudüs) 
taşıyan ikonostasis.
Kilisenin içine daha epey zaman girilemeyecek gibi görünüyor.
 Bu fotoğraf da bu yazıyı okuyanlara bir küçük teselli. 

 Demir Kilise'ye şu an için erişemesek de Balat'tan Fener'e doğru uzanıp başka bir tapınağı yakından görebiliriz. Dünyadaki milyonlarca Ortodoks'un dini merkezi olan İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin kapıları ziyaretçilere sonuna kadar açık. Üstelik ayin saatine denk gelirseniz ve ilginizi çekiyorsa ayine de katılabilirsiniz. Patrikhane'nin anlatsam sayfalara sığmaz bir geçmişi var. Ama ben bu yazıda Patrikhane'yi ziyaret edince karşımıza çıkacak bazı şeylerden bahsedeceğim. Öncelikle ritüel gereği kiliseye ibadet amaçlı giren her Ortodoks Hıristiyan bir mum yakar. Kilisenin misafiri olarak bu dine ve bu mezhebe bağlı olmasanız da girişte bulunan fildişi kakmalı ceviz ağacından yapılmış mumluğa bir mum yakabilirsiniz. Mum dikmeseniz bile 17. yüzyıl üretimi mumluğa bir göz atmadan geçmeyin. Kilisenin içindeki ikonaların hepsinin 14. yüzyıldan önce yapıldığı biliniyor. Bunun yanında başınızı kaldırdığınızda tonozun merkezinde göz göze geleceğiniz Pantokrator İsa ikonasının 17. yüzyılda yapıldığını belirteyim. Patriklik Kilisesi üç önemli azizenin röliklerine* de ev sahipliği yapıyor. Bu azizelerden ilki Azize Eufemia, ikincisi Bizans İmparatoru VI. Leon'un (Bilge Leon) eşi Azize Theofano, üçüncüsü ise biraz tartışmalı; Azize Solomone olabileceği gibi Maria Magdelena (evet o bildiğiniz Maria Magdelena) olması da söz konusu. Patrikhane'de benim en çok ilgimi çeken şeyse İsa'nın çarmıha gerildiği haçın parçası olduğu iddia edilen ahşap sütun. Bu ahşap sütun parçası Patrikhane'nin en değerli kutsal emaneti. Kulağa çok garip geliyor, farkındayım ama gidip görülebiliyor, hatta dokunabiliyorsunuz!
Burnumuzun ucunda bambaşka bir kültürü mercek altına alabileceğimiz bir ortam Patrikhane. Her gidişimde yeni bilgilerle döndüğüm, sürekli inceleme halinde olduğumdan ruhani havasına tam olarak konsantre olamadığım bir farklı bir dünya. 


Patriklik Kilisesi'nin narteksi.
      Patriklik Kilisesi

Patrikhane'den ayrılıp Balat'ın köhne sokaklarında ayaklarımızın götürdüğü yere kadar gidebiliriz. Ve bu güzergahta illa ki Sancaktar Yokuşu'na tırmanmak gerekir. İstanbul'un en dik yokuşlarından biri olan Sancaktar'a tırmanmak için çok geçerli bir sebep bulabiliriz. Bütün Altın Boynuz manzarasına damgasını vuran, kırmızı tuğlalarıyla adeta masal şatosu izlenimi yaratan o devasa Kırmızı Mektep (Fener Rum Erkek Lisesi) Sancaktar Yokuşu'nun neredeyse en tepesinde. İstanbul'un en dikkat çekici yapılarından biri olan Kırmızı Mektep, kubbesi, mimarisi, kırmızı tuğlaları ve anıtsal formuyla hayranlık uyandıran bir yapı.


 
Kırmızı Mektep
Yapının mimarı Konstantin Dimadis'tir. 
Kırmızı Mektep inşa edilirken neredeyse bütün yapı malzemeleri, kırmızı tuğlalar ve birinci sınıf granit de dahil olmak üzere gemi yoluyla Marsilya'dan getirilmiştir. 




 Hazır Sancaktar Yokuşu'na tırmanmışken Kırmızı Mektep'in etrafında biraz dolaşırsanız karşınıza küçük ve gizemli bir kilise çıkıverecek. Moğollar'ın Meryem'i ya da Kanlı Kilise adı verilen bu yapının önünden öyle hemen uzaklaşmamak lazım. Burası İstanbul'un ve Ortodoks Hıristiyanlar'ın tarihinde çok özel bir mekan. Fatih Sultan Mehmet'in fermanıyla Bizans'tan (Doğu Roma İmparatorluğu) günümüze kadar yalnızca kilise olarak kullanılmış yegane yapı. Böyle uhrevi ve heyecan verici bir yer. Ziyarete kapalı ama bazı durumlarda kapı açılabiliyor. Bir zile basıp rica etmekten bir şey olmaz! Eğer kapı açılırsa kocaman, gösterişli bir yapıyla karşılaşmayacaksınız ama zarif, mütevazı havasıyla bu kilise hep aklınızın bir köşesinde kalacak. Bir de duvarda asılı duran Fatih'in fermanıyla tabi.

 
Moğollar'ın Meryemi Kilisesi'nin bahçe kapısından girmeyi başarabilirseniz bahçede fotoğraf çekebilirsiniz ancak asıl ibadet mekanında fotoğraf çekmek mümkün değil.


Moğollar'ın Meryemi Kilisesi'nin zarif çan kulesi.

Kilisenin adının Moğollar'ın Meryem'i olduğuna bakmayın bu Meryem bildiğimiz Bizans'ın Meryem'i.
 Kilise, 1281'de dönemin imparatoru VIII. Mihail'in (Paleologos) kızı Maria Despina Paleologos için yapılmıştır. Maria, Moğolistan'ı yöneten İlhanlı hükümdarı Abak Han'a gelin gitmiş, kocası ölünce de Konstantinopolis'e dönüp bu kiliseyi yaptırıp rahibe olmayı seçmiş. Artık nasıl üzdülerse kızı varın siz düşünün! Bu nedenle kendisinin kurduğu kiliseye (sanıyorum yaşasa çok kızardı)" Moğollar'ın Meryem'i"  yakıştırması yapılmıştır. Bu arada kilisenin dış kapısındaki levhada "Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi" yazmaktadır ki bu da ayrı bir konu.


Sancaktar Yokuşu'nun etekleri...
Her Balat'a yolu düşenin olmazsa olmaz fotoğraf karesi. 







Dik yokuşlardan renkleri solmuş evlerin balkonlarına,  ipe dizili çamaşırlardan etrafınızı bir anda saran çocuklara, bu Arnavut kaldırımlı sokakları biraz hüzünlü, biraz kırılgan bulacaksınız. Sonra bir merdivenli bir köşede karşınıza taş dokulu bir ev çıkacak. Hayatının bir dönemini Balat'ta geçiren Romen kökenli yazar Dimitri Kantemir'in evine vardığınızı muhakkak anlayacaksınız. Biraz restore edilmiş bu ev şimdilerde çay bahçesi gibi bir işletme. Müze olacağı söyleniyor ama epey süredir böylece duruyor.

 
Dimitri Kantemir'in evi

Dimitri Kantemir'in evi

Ufukta Haliç, kulaklarda martı çığlıkları, Yahudi ve Rum evlerinin sıralandığı sokakların melankolik atmosferini solurken umulmadık tatlar sunan mekanlara rastlamak isteyeceksiniz. Bütün bir günü burada geçirince çok acıkacaksınız. İşte bu sebepten   yaklaşık bir yıl önce Balat'ta açılan Forno Balat'a uğrayabilirsiniz. Pideler, lahmacunlar, kruvasanlar, kahvaltılar burada her şey çıtır çıtır. Ortada sobanın 
yandığı taş plaklardan yükselen sesin etrafa yayıldığı, Balat'ın nostaljik ortamıyla uyum içinde bir yerde 
kahve yudumlamayı tercih ederseniz Kafe Naftalin 
tam size göre. Balat'ın yepyenilerinden Çayada, çay 
tiryakilerini soba üzerinde pişen kestaneleriyle ağırlıyor benden söylemesi.   
   

Fırından yeni çıkmış pideler, pizzalar, kruvasanlar, ev yapımı ekmekleriyle 
Forno Balat’ın şöhreti kısa sürede bütün şehre yayılmış durumda.


Kafe Naftalin ve takvim dışı ortamı...


Balat'ın yeni buluşma noktası Çayada...

Kendine has zarafetini her şeye rağmen muhafaza etmeyi başaran bu güzel semti yansıtan bir anıya sahip olmak gibi bir fikre kapılmışsanız Balart Sanat Evi'ne bir göz atmalı.Tarihi Balat evlerinin seramikten yapılmış küçük modelleri, seramiğe yapılmış resimleri ya da magnetleri Balart Sanat tamamen el emeğiyle üretiliyor. Yaşanmışlığı olan eşyaların tılsımına inanıyorsanız Balat sokaklarında envai çeşit antikacı ve ikinci el eşya satan dükkan bulacaksınız. Kim bilir belki bu dükkanların tozlu raflarında zamanın içinden fırlayıp gelmiş gibi görünen bir daktilo, bir biblo, bir fotoğraf sizi alıp başka diyarlara götürecek...




Balart Sanat Evi'nden seramik Balat evleri







Balat'ı daha önce Borajet Magazine ve 
Danimarka'nın Türkçe gazetesi Kuzey için yazdım...
Her seferinde güncelledim...En güncel hali de buraya düştü...

Veda Busesi

İstanbul'un bütün tarihi semtleri mıknatıs gibidir. Bilinmeyen bir güç insanı hep çağırır. Bazen bu çağrıya kulak vermek kaçınılmaz olur. Balat'ın davetine kulak verin...Gezerken benim için de bir çay içmeyi ihmal etmeyin...


*Rölik: Hıristiyanlıkta kutsal kişilerle ilişkili eşyalar ya da bu kişilerden arta kalan parçalar. Yazıda bahsedilen rölikler azizelerin kemiklerini içermektedir.


10 yorum:

  1. İzlemekten en keyif aldığım bloglardan birine sahipsiniz. Her seferinde yeni şeyler öğrendiğim gibi, keyifli anlatımınızı izlemek ayrı bir mutluluk. İstanbul'un Ankara'ya dönüşünü seviyorum (!) Ama her köşesinin bir tarih olduğu da gerçek. İstanbul'u size ve Esin hanıma emanet ediyorum. Sizlerin anlatımınızla seviyorum İstanbul'u. Elinize, dilinize, deklanşörünüze sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mehmet Bey sizin gibi çok gezen, çok okuyan, çok yazan bir beyefendiden bunları duymak beni çok mutlu etti. Çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. Fotolar şahane, gezerken ufak, sempatik yeme içme ıvır zıvır noktalarına uğramadan edemiyorum, forno balat da süpermiş yahu çay +kestane hemen gideyim :))) Balat'a gidip rehberim olarak senin güzergahı alayım bi de :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. O kıvır zıvır noktaları ben de severim gerçekten :)))

      Sil
  3. Ne kadar güzel bir yazı olmuş. Sayenizde hep merak ettiğim Balat'ta dolaşmış oldum. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  4. balat evleri saksılarını yeni yaptım hobi olarak .. fotoğrafları son sayfamda var .. potteryterra.blogspot.com.tr

    YanıtlaSil
  5. balat evleri saksılarını yeni yaptım hobi olarak .. fotoğrafları son sayfamda var .. potteryterra.blogspot.com.tr

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Aslı, Balat yazınız çok güzel olmuş, Balat ve kız kulesine gitmemiş biri olarak buraları tez elden proğramıma almak istiyorum. Sizden ricam Balat için bir yol haritası bir güzergah tavsiye etseniz, malüm orası da pek bir karışık, tabi fırsatınız olursa..Sevgiler başarılar diliyorum her zamanki gibi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Çok zarifsiniz her zamanki gibi. Sevgiler ve bol gezmeler.

      Sil
  7. Ne güzel bir yazı olmuş.
    Resimlere bayıldım.Çok profesyonelce çekmişsin👏👏👏

    YanıtlaSil