17 Şubat 2014 Pazartesi

Orhan Veli’den ‘Rönesans gibi’ sevgiliye mektuplar!

“Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.” 

 Tüm zamanların en genç şairlerinden biri oldu, zamansız ve yok yere ölümüyle. Çapkınlığı bilinirdi. Oktay’la Melih’ten ayrı düşünülemezdi. Melih’le aynı kıza tutulmuşluğu bile vardı. Şiir herkesindir diyordu. Yazdığı şiirler herkesin oldu. Bu yıl 100 yaşına girdi. Çünkü zaten şairler ölmezdi. Bir de gizli sevgilisi vardı  “pek muteber” ona yazdığı mektuplar kitap oldu. O, Veli’nin oğlu, bir garip Orhan Veli…


Şiirde “edebiyat tarihçisi”ne bulması salık verilen sevgili Nahit Hanım. Nahit Hanım’ın onca özenle 52 yıl sakladığı mektuplar bugünlerde “Yalnız Seni Arıyorum” başlığı ile YKY tarafından okuyucuya ulaştırılmış bulunuyor.
Kitapta bir tanesi telgraf olmak üzere 62 mektup yer alıyor. Bir şairin kişisel dünyasında seyahat ediyorsunuz. Biraz da iki kişi arasında kalması gereken mektupları okumanın verdiği mahcubiyetle zaman zaman içiniz cız ediyor. Özellikle Nahit Hanım’ın Orhan Veli’nin ani ölümüyle asla kendisine ulaştıramadığı mektup gerçek manada bir hüzün vesilesi…
36 senelik ömründe şairin en büyük aşkı, konumuzun esas kızı Nahit Hanım. Nahit Gelenbevi, 1909-2002 yılları arasında yaşamış zarif bir öğretmen. Kendi gibi öğretmen olan Halil Vedat Fıratlı ve şair Arif Damar ile evlilikler yaşamış sanat çevrelerinde tanınan ve hayranlık uyandıran bir kadın. 
Nahit Hanım, Samet Ağaoğlu tarafından “Rönesans gibi kadın” olarak anılırken; Cemal Süreya için “Cumhuriyet dönemi küçük burjuva duyarlığının anası” olarak nitelendirilmiş. 
Sofrasından Sabahattin Ali’den Oktay Rifat’a, Edip Cansever’den Yahya Kemal’e kimler kimler geçmiş. Kaçınılmaz biçimde şiirlere, yazılara ilham kaynağı olmuş. Atatürk’le üç defa dans etme imkanı bulmuş, çağının tanığı sıra dışı  bir kadın. 
Orhan Veli ile Nahit Hanım imkansız bir aşkın kahramanı. Orhan Veli, İstanbul’da yokluk çeken yetenekli şair; Nahit Hanım Ankara’da Halil Vedat Bey’le evli bir öğretmen. Ekonomik imkanlar elverdiği ölçüde iki şehirden birinde kırk yılda bir görüşen gerisi hep satırlarda kalan dramatik bir aşk hikayesi.
Sayfalar arasında kaybolurken şiirlerine de yansıyan gerçek Orhan Veli’yle yüz yüze geliyorsunuz. Yoksulluktan mektubunu postaya veremeyen şairin hayatından kesitler şatafatsız sevgi sözcüklerine karışıyor.
28 Mart 1947 tarihli bir mektubu şu sözlerle tamamlıyor şair: “ Bu mektubu ayın 27’sinde yazdım. Fakat parasızlık yüzünden ancak bugün atabiliyorum.”   
Bazı mektuplarda şair, taa Ankara’ya sevgilinin kulağına giden dedikoduları bertaraf etmeye çabalıyor. Bu satırlarda sitemkar bir sevgiliyi ikna etmekten fazlası, Orhan Veli’nin hayat gailesi insanı sarsıyor. 27 Mayıs 1947 tarihinde yazılmış mektupta tam da böyle satırlar mevcut:
 “ Bilhassa son günlerde yeni zevkler, yeni maceralar aramak şöyle dursun, en basit en alelade ihtiyaçlarımı bile halledemiyorum. Değil eğlenmek, gezmek, herhangi bir insanla konuşmak hakkından bile mahrumum. Çektiğim sefaleti, çektiğim sıkıntıları bilsen beni bu türlü şüphelerle üzdüğün için cidden utanırsın. Bir çorap alamadığıma üzüldüğüm birçok günlerimi sabahtan akşama aç geçirdiğim bir sırada sen tutturmuşsun, “Nasıl yaşadığını biliyorum diyorsun”. Bilmiyorsun Nahit; bilsen böyle bir şey söyleyemezsin.”   
Bu satırları okuyunca dedikoduların her zaman asılsız olduğunu da düşünmemek lazım. Bazı mektupların genel havası tıpkı şiirdeki gibi. Sandal hikayeleri, Yüksekkaldırım buluşmaları, sarhoşluk halleri, çıtı pıtı hanımlara ilişkin ciddi bir inkar. Hatta “onu sonra anlatırım” larına kadar tanıdık. Çok aşina olduğumuz bir “Dedikodu”!   
Kim söylemiş beni 
Süheyla'ya vurulmuşum diye? 
Kim görmüş, ama kim, 
Eleni'yi öptüğümü, 
Yüksekkaldırımda, güpegündüz? 
Melahat'i almışım da sonra 
Alemdara gitmişim, öyle mi? 
Onu sonra anlatırım, fakat 
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda? 
Güya bir de Galataya dadanmışız; 
Kafaları çekip çekip 
Orada alıyormuşuz soluğu; 
Geç bunları, anam babam, geç; 
Geç bunları bir kalem; 
Bilirim ben yaptığımı. 

Ya o, Mualla'yı sandala atıp, 
Ruhumda hicranın'ı söyletme hikayesi?"

Orhan Veli’nin satırlarında öne çıkan bir diğer husus Nahit Hanım’a duyduğu özlem. Vuslat ümidi çok zaman kursakta kalmış derin kesiklerle dolu bir kalp sızısı : 
“Sana çok, pek çok şey yazmak istiyorum ama mektupla olmuyor. Yanında olmak, sesini duymak, saçlarını okşamak istiyorum. Hasretim tren Ankara’dan kalkar kalmaz başladı. Canım sevgilim sen de beni unutma”.  
Mektuplar hep aşk ve hüzün içermiyor elbette. Nahit Hanım, Orhan Veli’nin şiirlerinin her durumda ilk okuyucusu. Mektuplara eklenmiş şiirleri büyük bir heyecanla beklediği anlaşılıyor.  Bir şairle aşk yaşamanın en keyifli tarafı sanıyorum böyle bir ayrıcalığa sahip olmak… Gün Olur, Hürriyete Doğru, Sizin İçin ve daha nice Orhan Veli şiiri bu dertli sevda satırlarına eşlik ediyor sayfalar boyu.
Sadece aşk, özlem ve yaşam mücadelesi yok Orhan Veli’nin satırlarında. Şair aynı zamanda bir at yarışı müdavimi. Çoğunluk yarışa yatıracak kuruşu bile yok. Arada sırada Nahit Hanım’a tüyo veriyor; kazanırsa ne ala, yok kaybederse en büyük hüsranı yine kendi yaşıyor. 
Velhasıl şiirlerindeki gibi bir Orhan Veli çıkıyor karşınıza. Sahici ve savunmasız iki aşığın güncesi aslında “Yalnız Seni Arıyorum” başlıklı kitap. YKY doğumunun 100. yıldönümünde eşsiz bir şairi farklı bir açıdan sunuyor okuyucusuna. İyi ki doğmuş Orhan Veli ve iyi ki de aşık olmuş diyorsunuz…

*Dilerseniz Orhan Veli'nin İstanbul günlerine değindiğim bir diğer yazı için "Mücap Ofluoğlu'ndan Orhan Veli'ye "Silinmiş Alkışlar İçinde" " başlığına dokunmanız yeterli olacaktır.